Gelişmek isteyen ülkeler düşük olan milli gelirlerini arttırmak
ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmak için hızlı ekonomik büyümeyi temel
öncelik olarak görürler. Ekonomik büyümenin niteliği ve kapsayıcılığı konusu bu
yüzden arka plana itilir.
Uzun zamandır Türkiye ekonomisinin büyüme modeli ve
stratejisi üzerine büyük bir tartışma yaşanıyor. Yıllardır tüketim ve kamu
harcamaları odaklı büyüme yaklaşımını benimsemiş, banka kredisi ve borçla ile
beslenen bu mekanizmanın bir ucuna inşaatı ve diğer ucuna da ithal ürünleri
yerleştirmiş bir ekonomik büyüme modelinden bahsediyoruz. Dışarıdan aldığı
borçla bir yandan tüketimi artıran bu model, bir yandan da kamu harcamalarına
gaz vererek, topluma, kendileri tarafından üretilmemiş/kazanılmamış ama borçla
ve bolca tükettiği tozpembe bir ülke manzarası sunuyor.
Bu ülkeye 2002 yılından itibaren özelleştirme, kamu
ihaleleri ve doğrudan yabancı sermaye girişi sayesinde 600 milyar dolardan
fazla para girişi oldu. Diğer bir ifadeyle, bugün kullandığımız yollar,
evler, kamu binaları, barajlar, köprüler, araçlar, akıllı telefonlar ve bu
sanal refahın unsuru olan ne varsa, bizim üreterek, kendi paramızla yaptığımız
yatırımlar veya tüketimler değil. Kamu ve özel sektörün toplam dış borcu 450
milyar doların üzerinde. Doğrudan yabancı sermaye girişi ve özelleştirme ile
birlikte ülkeye giren 600 milyar dolardan fazla parayı ithalata, lüks tüketime,
inşaata, çılgın projelere, dolayısıyla büyük oranda verimsiz ve geri dönüşü
olmayan alanlara harcadık. Elbette ki bunların bazılarından kısmen yararlı
sonuçlar da elde ettik. Ama pek çoğu gelecek nesillere, hem de bugünkünden kat
kat fazla bir borç yükü olarak kaldı, kalacak.
Büyümemiz hep borç ve krediyle mi olmak zorunda? Neden
istikrarlı ekonomik büyüme sağlayamıyoruz? Ekonomik büyüme neden toplumun bütün
kesimlerinde aynı şekilde hissedilmiyor? Bu kadar büyük bir hızla büyüdüysek ve
gerçekten toplum zenginleştiyse neden hâlâ büyük bir fakir insan kitlesini sosyal
yardımlarla ayakta tutmak zorunda kalıyoruz? Neden işsizlik tarihi
rekorlar kırıyor? Gençler neden büyük oranda işsiz? Gelir dağılımında adalet niçin
sağlanamıyor ve bu konuda doğru dürüst bir mesafe alınamıyor?
Bu soruların cevapları ekonomik büyümenin nitelikleri ile
ilgili aslında. Bunu açıklarken ekonomik büyüme hesabından bazı çıkarımlar
yapmak gerekiyor.
Büyümenin Kaynakları
Ayrıntıları çok fazla olan ve teknik bir konu olması
nedeniyle sadeleştirerek açıklarsak, harcamalar yöntemine göre milli gelir
hesaplanırken dikkate alınan dört önemli faktör var. Bunlar; özel tüketim harcamaları, firmaların yatırım
harcamaları, kamu harcamaları ve dış ticaret (ihracat eksi ithalat).
Uzun yıllar ortalamasına bakıldığında, zaman zaman olumlu veya olumsuz bazı değişimler olsa da, Türkiye’de büyümenin ana kaynakları özel tüketim harcamaları ve kamu harcamaları olmuştur. Aşağıdaki şekli yukarıdan aşağıya doğru iki eş parçaya bölsek, solda kalanlar, diğer bir ifadeyle özel tüketim harcamaları ve kamu harcamaları Türkiye’nin ana büyüme kaynaklarıdır. Sağ kısımda kalan bölüm, diğer bir ifadeyle firmaların yatırım harcamaları ve dış ticaret kısmı ise büyümeye desteğin daha düşük kaldığı veya negatif etki yapan bölümler olmaktadır.
Tabi ki bir ülkede özel tüketim harcamaları ve kamu
harcamaları her zaman olacak. Ancak üretmeden, yurtdışına satıp kazanmadan neyi
- ne kadar tüketebiliriz? Daha açıkça sormak gerekirse, yeterince yatırım
yapmadan, mal üretip satmadan ve ihracat yapmadan, yaptığımız harcamaların
kaynağı ne olur? Daha yüksek vergiler, borç, Merkez Bankası’nın kaynakları ile
bu açığı finanse etmek doğru mu? Bu nedenle büyümenin ana kaynağının yatırımlar
ve ihracat gelirleri olması gerekiyor. Bu ayrımı yaptıktan sonra konuyu biraz daha
detaylandıralım.
Özel Tüketim Harcamaları
Özel tüketimi besleyen, hızlandıran kaynaklar nedir? İnsanlar rutin gelirleri ile rutin harcamalarını yaparlar. Ekstra bir ekonomik büyüme katkısı için insanların rutin gelirlerinden fazlasını harcamaları gerekir. Bu durumda çözüm, ya daha çok çalışarak daha fazla gelir elde etmek ya da kredi mekanizmasına başvurmaktır.
Türkiye’de ortalama çalışan başına verimlilik hızlı artmadığına ve gelirler de hızlı bir şekilde yükselmediğine göre, özel tüketimi besleyen rutin dışı kaynak banka kredileridir. Bunun göstergesi faiz giderinin ve toplam kredi hacminin Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya (GSYIH) oranıdır. Faiz oranı 2003 yılının altında olmasına rağmen faiz giderinin GSYH’ya oranı yüzde 2,14’den yüzde 7,20’lere çıkmış durumda. 2003 yılında ekonomide kredi kullanım oranımız yüzde 14,1 iken son dönemde bu oran yüzde 70’ler sınırında seyrediyor. Netice itibariyle tüketimi besleyen şey verimlilik ve ücret artışlarından ziyade, kredi hacmindeki artış olmuş. Özel tüketim sonsuza kadar kredi kanalından beslenebilir mi? Bunun bir sınırı var. Şu anda o sınırdan uzak değiliz.
Kamu Harcamaları
Kamu harcamaları, büyük oranda vergilerle beslenir. Vergiyi tabana yayamamış, diğer bir ifadeyle vergi ödemesi gereken herkesi vergi mükellefi yapamamış bir ülkede vergi gelirleri, harcamaları karşılamaya yetmez. Vergi sistemindeki sorunlara siyasi popülizm de eklenince, bütçe açık verir. Ekonominin durgunlaştığı dönemlerde kamu harcamaları yoluyla ekonomiyi canlandırmak istenince bu açık çok daha büyük hale gelir. Vergi gelirlerinin azlığından kaynaklanan açıklara bu olağanüstü harcamalar da eklenince; para basmak, vergileri arttırmak ve/veya borç almak seçeneklerinden başka çıkar yol kalmaz.
Son yıllarda durgunluktan kaynaklı düşük talep, azalan kârlar
ve minimalize olan ithalat, vergi gelirlerinin azalmasına neden oldu. Seçim
üstüne seçim yaşanınca popülist harcamalar arttı. Kamu özel işbirliği adı
altında yapılan yatırımların müşteri taahhütleri karşılanamayınca bütçeden ek
ödemeler yapmak gerekti. 2019 başında bütçe açığının Gayrisafi Yurtiçi Hasılaya
oranının yüzde 1,8 olması hedeflenmişti. Ama evdeki hesap çarşıya uymayınca bu
oran yüzde 2,9’a revize edildi.
Ekonomi yönetimi 2019 yılında kendine ekstra kaynaklar yaratmak için Merkez Bankası’nın yedek akçesini ve erkene alınmış ve uzmanlarınca yüksek gösterildiği hesaplanan kâr payını da bütçeye aktardı. Ayrıca Merkez Bankası’nın yeniden değerleme fonunun da kullanılacağı ile ilgili söylentiler de ortalıkta dolaşıyor. Bedelli askerlik, imar barışı gibi uygulamalarla tek seferlik gelirler de elde edildi. Bütün bunlara rağmen bütçe açığı artmaya devam ediyor. Bu noktada da sırtımız duvara dayandı ve gidecek pek fazla yerimiz kalmadı. İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin yakın geçmişte yaşadığı krizler aklımızın bir köşesinde dururken, yoğurdu üfleyerek yemek gerekiyor.
Özel Sektör Yatırımları
Ekonomi yönetimi 2019 yılında kendine ekstra kaynaklar yaratmak için Merkez Bankası’nın yedek akçesini ve erkene alınmış ve uzmanlarınca yüksek gösterildiği hesaplanan kâr payını da bütçeye aktardı. Ayrıca Merkez Bankası’nın yeniden değerleme fonunun da kullanılacağı ile ilgili söylentiler de ortalıkta dolaşıyor. Bedelli askerlik, imar barışı gibi uygulamalarla tek seferlik gelirler de elde edildi. Bütün bunlara rağmen bütçe açığı artmaya devam ediyor. Bu noktada da sırtımız duvara dayandı ve gidecek pek fazla yerimiz kalmadı. İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin yakın geçmişte yaşadığı krizler aklımızın bir köşesinde dururken, yoğurdu üfleyerek yemek gerekiyor.
Özel Sektör Yatırımları
Burada iki önemli konu var. Bunlardan birincisi, firmalar
son dönemde yatırım yapıyorlar mı? İkincisi, yatırım yapıyorlarsa bu
yatırımların teknolojik düzeyi ne durumda?
Aşağıdaki tabloda da gördüğünüz gibi yatırımların düzeyi son
dönemlerde sürekli eksi seviyelerde kalıyor. Firmalar yeni yatırım yapmak
yerine mevcut yatırımların kapasite kullanım oranlarını yükselterek talepleri
karşılıyorlar. Kapasite kullanım oranları sınıra dayanmasına rağmen yeni
yatırım yapılmamasının sebebinin sadece ekonomik olmadığını artık sağır sultan
bile duydu. Ayrıca teşviklerle bir yere
varılamadığı açıkça görülüyor. Bunca teşvike rağmen yatırımların artmaması,
yatırımcının başka bir beklentisi olduğunu anlatıyor.
Yatırımların teknolojik düzeyi konusunda da yeterli noktada
değiliz. Önemli adımlar atılsa da teknoloji pahalı ve çoğunlukla ithal olduğu
için bu alanda ilerleme kaydetmek kolay olmuyor. Ayrıca mevcut yatırımlarımızın
ihracat pazarlarında da daralma olunca, bu konu daha fazla sıkıntılı hale
geldi. Örneğin, TV, TV alıcısı vb. teknolojik ürünler ihraç eden Türk firmaları
LCD ve LED teknolojilerinde yetersiz kalınca, Avrupa’da ulaştıkları pazarı
büyük oranda kaybetti. Son dönemde savunma sanayi ürünleri ihracatında yaşanan
gelişmeler olumlu olsa da toplam ihracat içindeki payları sınırlı kalıyor.
Türkiye ekonomisinin temel sorunlarından birisi kendi
yatırımlarını gerçekleştirmeye yetecek tasarruf düzeyine sahip olmamasıdır. Bu
nedenle yatırım için yabancı sermaye girişine veya borçlanmaya ihtiyaç
duyuyoruz. Ancak uluslararası arenada
yaşanan politik gerginlikler, jeopolitik sorunlar, hukuk ve adalet
mekanizmasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle yabancı sermaye girişi çok azaldı.
Doğrudan yabancı sermaye girişi çok azalırken, yabancıların Türkiye’de en çok
mülk satın aldıkları gözleniyor. Diğer bir ifadeyle, üretim alanlarında yatırım
yapmak yerine durgunlukta ucuzlayan mülkleri satın alarak fırsatları değerlendirdikleri
anlaşılıyor.
Dış Ticaret
1980’lerle birlikte ihracat odaklı büyüme stratejisine geçen
Türkiye’de, ihracat çoğu zaman ithalatın altında kalmıştır. Çünkü daha çok ihracat
yapabilmek için ara malına ve makine-teçhizata, diğer bir ifadeyle teknolojiye
ihtiyaç var. İhracatı arttırmak için her
gaza bastığınızda ithalat da beraberinde artıyor. Bu nedenle dış ticaretin
ekonomik büyümeye katkısı olumsuz oluyor.
Bunun istisnası kriz dönemleridir. Kriz dönemlerinde kur
yükseldiği için ithalat yapmak pahalı hale geliyor. Bu nedenle kriz
dönemlerinde ithalat ve dolayısıyla dış ticaret açığı ve cari açık azalıyor.
2018’de yaşanan kur krizi ile birlikte ve sonrasında (2019’un da büyük
bölümünde) yaşanan da budur. Aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi 2018’in 3.
çeyreğinden itibaren ithalatta eksi rakamlar görülüyor.
Başka önemli bir konu da hedeflerin büyük oranda sapmasıdır.
2023 yılı için 500 milyar dolar ihracat hedeflediğimiz halde 2019 sonu
itibariyle 171 milyar dolar civarında kalmış görünüyor. 500 milyar dolar sadece bir hayal olarak
karşımızda duruyor. Destekler, teşvikler bu konuda da yeterince işe yaramıyor.
İhracatta yüksek teknolojili ürünlere geçişin sağlanamaması
diğer başlıktır. Yüksek teknolojili ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı
yıllardır %5’in altında. İnşaata ve tüketime para ayırmaktan bu alana yatırım
yapamadık. Beyaz eşya, elektronik alanındaki firmalar bile müteahhitliğe soyunup,
AVM ve rezidans yapmaya başladı. Yıllık dış ticaret verilerine göre, 2019’da
ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 3,62 oldu. Bu oran ithalatta
ise yüzde 15,3 seviyesinde gerçekleşti. Tutar olarak ifadesiyle 5,9 milyar
dolarlık yüksek teknolojili ürün ihracatına karşılık, ithalat 23,6 milyar dolar
oldu. Buna göre, Türkiye yüksek teknolojili ürün ticaretinde 17,7 milyar
dolarlık açık verdi. Bu konuda geldiğimiz yol bir arpa boyunu geçmiş değil.
Tablo:
Milli Gelir Kalemlerinin Değişim Hızları
2018-3
|
2018-4
|
2019-1
|
2019-2
|
2019-3
|
|
Tüketim
|
0,7
|
-7,7
|
-4,9
|
-1
|
1,5
|
Yatırım
|
-4,4
|
-11,6
|
-12,1
|
-22,4
|
-12,6
|
Kamu Harcamaları
|
6,9
|
5,3
|
6,6
|
3,4
|
7
|
İhracat
|
14,3
|
10,7
|
8,9
|
8,1
|
5,1
|
İthalat
|
-16,3
|
-24,3
|
-29,4
|
-17
|
7,6
|
Kaynak: TÜİK
Geldiğimiz Nokta
2018 yılında yaşanan olumsuz havanın etkisiyle yıllık ekonomik
büyüme hızı %2,8 olurken, esas etki 2019 yılında oluştu ve büyüme hızı %0,5
civarında kalacak gibi görünüyor. 2019’da teşviklerin ve kamu bankaları
aracılığıyla ucuz kredi dağıtmanın sonucunda 4. çeyrekte güçlü bir büyüme hızı
çıkması bekleniyor. Yıllık %0,5 büyüme hızı ancak böyle yakalanabiliyor.
Türkiye gibi genç nüfusu fazla olan ve göçmen ülkesi haline
gelmiş bir ekonomik yapıda uzun vadeli ortalama büyüme hızının en az %5 civarında olması gerekiyor. Bu oran tutturulduğunda
makroekonomik denge korunabiliyor, işsizlik artmıyor. Daha düşük büyüme
hızlarında işsizlik şu anda olduğu gibi artmaya devam ediyor. Genç işsizliğinin
ürkütücü boyutlara geldiği Türkiye’de, geleceklerinden ümitli olmayan büyük bir
nitelikli kitle yurtdışına yöneliyor veya devletten daha fazla beklenti içinde
zor şartlarda yaşamaya devam ediyor.
Uzun zamandır teşvik ve ucuz kredi ile büyümeye alışmış bir
sistemi, üretim ve ihracat odaklı hale getirmek çok zor oluyor. Gerek yerli
gerekse yabancı yatırımcı, teşviklerle bir yere gidilemediğini artık görüyor.
Teşviklerin etkisi kısa bir dönemle sınırlı oluyor. Üstelik bütçe kısıtı içinde
sonsuza kadar teşvik vermek mümkün görünmüyor. Bu nedenle gerçek ihtiyacın teşvik değil reform olduğunu görmek
gerekiyor.
Verimlilik konusunda gelişmiş ülke ekonomilerinin çok
gerisinde kaldığımız ve bunu geliştirme noktasında attığımız adımların yavaş ve
cılız olduğu çok açık.
Orta gelir tuzağına yakalanalı uzun yıllar oldu. Kişi başına ortalama gelirde 7 bin dolar ile 11 bin dolar arasında gezindik. Hala bu kısır döngüden çıkabilmiş değiliz. Şu anda 9 bin dolar seviyesine demir atmış bekliyoruz.
Ekonomik büyümenin kapsayıcı olmadığı net olarak görülüyor. Kapsayıcı
kurumlardan ve toplumun geneline yayılan gerçek bir refah artışından bahsedemiyoruz.
Bazı kişilerin ve firmaların, diğerlerinden daha fazla imkân elde ettiğini
kimse inkâr edemiyor. Gelir eşitsizliğinin göstergesi olan Gini katsayısında
belirgin bir iyileşme yok.
Şimdi ne yapılıyor? Yine kamu bankaları aracılığıyla ucuz
kredi dağıtılıyor. Finans sisteminde kamu bankaları üzerinden arka kapı
yöntemleri kullanılarak kur düşük tutuluyor. Bu sürdürülebilir mi? Olmadığını
bütün profesyoneller biliyor.
Yapılması Gereken
Öncelikli olarak, sorunu ve gerçeği görmek ve tanımlamak, o
sorunu çözmenin yarısı olarak kabul edilmeli. Gerçeği dillendirmemek ve
gözlerimizi yummak, onun orada olmadığını göstermez.
Teşvikler önemli olmakla birlikte, uzun vadeli ve kalıcı
etkiye sahip ana faktörün reform olduğu unutulmamalıdır. 12 Eylül
2010 tarihinde halk oylamasıyla gerçekleştirilen anayasa değişikliğinden
sonra reform kelimesinin ülke gündeminden kalktığını hepimiz görüyor ve
biliyoruz.
Ekonomik büyümenin nitelikli ve sürdürülebilir olması için
hukuk, demokrasi, özgürlük alanlarının geliştirilmesi, kurumların kalitesinin
yükseltilmesi ve piyasanın işleyişine kural dışı müdahale etmeksizin çalıştırılması
ve oyunun ortasında kuralların değiştirilmemesi gerekiyor.
Gerek kapsayıcı kurumların ve politikaların ve gerekse kapsayıcı
ekonomik büyümenin, zenginliği tabana yayma, her vatandaşı bu ülkenin paydaşı
yapma konusunda büyük bir destek sağladığı açık. Bu nedenle bu konuda daha
fazla gayret gösterilmesi gerekiyor.
Son olarak, kaybolan güvenin yeniden tesisine ihtiyaç var. Yatırımın,
istihdamın, refahın ve gelişmenin de temelinde güven unsuru var. Güven
toplumlarında ekonomik büyüme daha istikrarlı ve kalıcı etkilere sahip oluyor.
Aksi takdirde, önümüzdeki bir iki yıl hızlı büyüksek bile
bunun istikrarlı bir şekilde devam etmeyeceğini, yerini yeni dalgalanmalara
bırakacağını öngörmek zor değil.
Gayet açıklayıcı olmuş
YanıtlaSilMantık değişmediği sürece istikrarlı ve kapsayıcı büyüme zor. Çocuklarımıza daha kötü koşullarda bir ülke bırakacağız sanki.
YanıtlaSil